Günler birbiri ardına düğümlendiğinde, kendi içimizde yıllardır görmezden geldiğimiz bir yerden sızan o kadim boşluğu fark ederiz. İçimizde, zamandan bağımsız, geçmişle gelecek arasında sıkışıp kalmış bir çocuk hâlâ sessizce bekliyor.
Bir gün bir şeylerin değişmesini; o hırçın denizde, gün doğumunu görebilmeyi…
O çocuk, belki hâlâ masallara inanıyor, belki de büyüdüğümüzü zannettiğimiz yerlerde bizden daha gerçek bir dünyayı görmekte. Her sabah ilk nefeste bir şeylerin daha güzel olmasını diliyor. Belki de bilmiyor ki hayat, o beklediğimiz mucizeleri gözlerimizin önüne seriyor her an, sessizce, kimseye fark ettirmeden.
Bu farkındalık, zamanın ötesinde ince bir iplikle örülü; bir sabah, rüzgarı saçlarımızda hissettiğimizde, bir kuşun penceremizin önünde duraklayıp, sanki bize dair bir sır fısıldadığı o tek anda beliriveriyor. Ya da sevdiğimiz bir melodi ansızın kulağımıza çalınıyor, yüreğimizin ritmini değiştiriyor, ve o an aslında hiçbir şeyin sıradan olmadığını anlıyoruz.
Belki de, yaşamak tam olarak bu: hayatın içinde gizlenen bu ufak tesadüflerin büyüsüne, onların sadeliğinde saklı derinliklere inmek.
Çoğumuz bir ömür boyu büyük başarıların, zirvelerin peşinde koşarken, gözlerimizin önünden geçen bu küçük anları kaybediyoruz. Ve farkında olmadan, o anların içinde saklanan gerçek hayatı. Bir çocuk kahkahasında, sokaktaki çiçekçinin içten bir selamında ya da ansızın yüzümüzü okşayan bir rüzgârda... Bunlar, sanki kaderin elimizin altına serdiği, ama asla yakalayamadığımız mavi kuşlar gibi. Hayatın büyük sırları bazen en küçük, en belirsiz anların içine gizlenmiştir; ve biz onları hep geçip gideriz, aklımız geleceğin belirsiz vadilerinde, kendimizi sürekli meşgul ettiğimiz o hayali zirvelerde.
Belki de mutluluk, sabahı ilk gören bir çiçeğin sessizce açması gibi; kimseye haber vermeden, yalnızca varlığını sürdürerek yüzümüze vurur. Bir insanın gözündeki derin bakış ya da kalbimize dokunan bir gülümsemede kendini gizler. O, sürekli beklediğimiz, hayatımızı dolduracak dev anlar değil; sabırlı, durağan, bizi içimize davet eden, sadece var olan bir his. Çünkü mutluluğun sırrı, devasa adımlarda değil; her sabah ufukta süzülen o ilk ışıkta gizlidir, basit ama derin.
Ve belki de farkına varmamız gereken tek şey, kalbimizin kendine özgü ritmini kabul etmek, onun kendi huzurunda salınmasına izin vermek. Beklediğimiz mucizeler, geçmişin yorgun hayaletlerinden ya da geleceğin parlak masallarından çıkıp bize gelmeyecek. Çünkü her şey; anlam, umut, hatta kendi gerçeğimiz, yalnızca bu anda, kendi içimizde saklı. Gözlerimizi kaçırmadan, durup bakmak ve işte burada, şimdide, tüm hayatı tam anlamıyla kucaklamak...
Ve işte o küçük anlarda; bir gülüşte, bir dokunuşta, bir çocuğun parmaklarından taşan masumiyette ya da bir dostun gözlerindeki sessiz huzurda, hayatın bize fısıldadığı sır ortaya çıkar: Gerçek anlam, var olmaktan korkmadan, her gün yeniden başlama cesaretinde saklıdır.
Belki en sonunda, arayışımızın son durağı tam da bu olacaktır: Bize fısıldanan sırra kulak verip, kalbimizin çağrısına uyarak hayatın bizden beklediği o basit ama derin şeyi anlamak; kendimizi, o gözümüzde parlayan dünyayı sevmek, bütün varlığımızla burada ve şimdi...
Comments